Şenay Aydemir
Zeki Demirkubuz, Türkiye sinemasında son yıllarda “kendine has” özellikler taşıyan ve denilebilir ki yeni kuşak sinemacılardan bir dil yaratma sürecine en hızlı giren yönetmeni. Her ne kadar, yaptığı filmlerin seyirciyle ilişkisi “sıkı fıkı” olmasa da sinemanın son yıllarına damgasını vuran filmler çektiği kesin. Demirkubuz’un “Karanlık Üzerine Öyküler” başlıklı üç filmlik projesinin ikincisi olan “İtiraf” İstanbul Film Festivali’nin ardından az sayıda sinema da da olsa gösterime girdi.
Bugüne kadar daha çok toplumun alt katmanlarından insanları filmlerin “kahraman” olarak seçen Demirkubuz bu kez orta sınıf “modern” bir burjuva ailesinin iç dünyasına götürüyor sinemaseverleri. Modern hayatla problemleri olduğunu saklamayan yönetmen bu filminde de, şüphe, itiraf ve bağlılık gibi temaları kadın erkek ilişkileri üzerinden derinlemesine irdeliyor ve varoluşçuluğun sularında gezinmeye devam ediyor.
Serinin ilk filmi olan “Yazgı”nın Altın Portakal’da ödül kazanmasının ardından “İtiraf”ın İstanbul Film Festivali’nde beğenilmesi ve Cannes’de gösterilecek olması Demirkubuz sinemasının en azından sinema çevreleri tarafından gözardı edilemeyecek kadar gelişkin ve önemli bulunduğunu gösteriyor. Ne var ki, yine Türkiye sinemasının en önemli filmlerinden birisi olarak kabul edilmesi gereken “Yazgı”nın vizyon döneminde dört haneli seyirci sayısını aşamaması, “İtiraf”ın ise, ancak birkaç sinemada kendisine yer bulabilmesi Türkiye sineması açısından utanç verici olarak kabul edilmeli.
“İtiraf”a gelince, kahramanımız iyi para kazanan ve başarılı bir mühendis olan Harun. Demirkubuz’un diğer filmlerindeki karanlığın aksine “İtiraf”, martı seslerinin ve boğaz manzaralarının olduğu bir açılışla selamlıyor seyirciyi. Her ne kadar Demirkubuz sinemasının vazgeçilmez bir özelliği haline gelen kentteki gürültü kirliğinin kulakları tırmalayışına tanıklık etsek de “ferah” bir başlangıç olarak kabul edilebilir. Bir iş için İstanbul’da bulunan Harun, karısı ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından onun kendisini aldattığına dair kuşkuya kapılır ve işini yarıda keserek Ankara’ya döner. Harun, önce her “yetişkin” ve “kültürlü” insan gibi, onunla konuşarak karısının kendisini aldattığını itiraf etmesini sağlamaya çalışır. Ancak Nilgün “itiraf” etmez. Uzun süren bir gece sorgusunun ardından, ortaya başka bir gerçek çıkar.Bu gerçek karısının ihanetinin değil, Harun’un yıllar önce en yakın arkadaşına yaptığı ihanetin gerçeğidir.
Filmin ilk bölümü olarak adlandırabileceğimiz bu bölümde, bir bakıma âşık olma hallerinin, kadın ve erkek ilişkilerinin alabileceği biçimlerin ortalama bir görüntüsünü görürüz. Harun için önemli olan karısının ihanet etmesi değildir artık. Bunu itiraf etmesidir.
Demirkubuz, senaryosunu da yazdığı filmde sevdiğimiz, koruduğunuz, kolladığınız kadının - ya da adamın- bir başkasının kollarında olması ihtimalini bir kez düşünmeye başladıktan sonra öyle olup olmamasının bir anlamı kalmadığını anlatmaya çalışıyor. Filmin kahramanı Harun’un aldatılma düşüncesine bir meşruiyet araması da büyüzden. Harun, Nilgün’ün itiraf etmesinin kendisini haklı çıkartacağını ve bir anlamda “aradığı cevabı” bulacağını, onu terkedip gitmesinin daha kolay olacağını düşünüyor.
Ama öyle olmuyor. Nilgün aldattığını itiraf etmiyor ve Harun’u terk ediyor. Böylece Harun, bir arkadaşına ihanet ederek “elde ettiği” kadının kendisini terk etmesiyle birlikte “arkadaşına karşı işlediği ihanetle” yüzyüze kalıyor.