23 Mart 2004 Salı

Hayat üzerine ipuçları


Hayat üzerine ipuçları
Hayat üzerine ipuçları

Zeki Demirkubuz, Dostoyevski ve Camus'ya hayranlığını bir kez daha sergilediği "Bekleme Odası"nda başrolü de yine kendisi üstlenmiş
Her yönetmenin bir dünyası var, her filmin bir dünyası var. Ne denli farklı olsalar da bu dünyalara özenle yaklaşmaya ve onları anlamaya çalışmalıyız. Bir Demirkubuz filmine bir "Neredesin Firuze" gibi yaklaşılamayacağı açık. Ama neden ikisini de sevmeyelim, çok farklı kriterlerle de olsa, neden iki tür filmi de bağrımıza basmayalım? Demirkubuz'un kimilerince küçümsenen son filmi "Bekleme Odası" bence yönetmenin filmografisine cuk oturuyor. Onun iki temel esin kaynağı olan iki büyük yazara, Dostoyevski ve Camus'ye olan hayranlığını bir kez daha gösterdiği gibi, belki daha da önemlisi, bizzat kendisi üzerine sayısız ipucu veriyor.

Demirkubuz'a ilgi duyanlar için ne müthiş okumalar içeriyor bu film!... Fyodor Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza"sını uyarlamaya çalışan bir yönetmenin öyküsü bu... Ama öte yandan Demirkubuz, zaten "Yazgı"yla yaptığı bir şeyi yapıyor, egzistansiyalizm felsefesinin babalarından Albert Camus'nün "Yabancı" romanını sanki bir kez daha gözden geçiriyor. Böylece, tıpkı "Yabancı" nın kahramanı gibi, çevresine, toplumuna ve bu arada kadınlara duyarsızlaşmış, iletişimi son derece zayıf düşmüş bir insanın öyküsünü izliyoruz.

Hayatındaki iki kadını da ilgisizliğiyle, meraksızlığıyla perişan edip kaçırtan Ahmet, aradığı baş oyuncuyu da evini soyan bir hırsızda bulmaya kalkıyor. Ama hırsız gencin sanki önceden çizilmiş kader çizgisi ona bu fırsatı verecek gibi gözükmüyor. Dev bir klasiği uyarlama sancıları çeken yönetmen Ahmet'te sanırım Zeki'den sayısız izdüşüm var. Öyle olmasa yönetmen başrolü bizzat kendisi yüklenir miydi? Filmdeki yönetmenin ağzından "Sinema dinsel bir meseledir" diyen Demirkubuz, sanki Dostoyevski mistisizmiyle buluştuğu noktayı bize açıyor.

Ahmet'in bürosunun üzerinde duran yazarın resminin altında (İngilizce olarak) "Tanrı yoksa her şey mübah demektir" sözü okunuyor. Demirkubuz bize din ve inançla da meselesi olan bir yönetmen olduğunu duyumsatıyor. Bu açıdan, mistik Rus yazarıyla insanın evren içindeki varlığını sorgulayan Fransız yazarı, Zeki'de hiç de şaşırtıcı olmayan biçimde buluşuyorlar.

ARI, PÜRÜZSÜZ ANLATIM
Demirkubuz, bize son derece yalın biçimde anlatılmış, sanki bir gram bile fazlası olmayan bir film sunuyor. Bu sadeliği sıkıcılıkla eşanlamlı bulanlar az olmayacak, ama ben kendi adıma filmin arı, pürüzsüz anlatımına hayran oldum.

Yönetmen bize kendisini, sanatını, film yapmanın sancılarını ve film bittikten sonraki pişmanlıklarını anlatırken, yan kişiler, özellikle de Elif ve Kerem aracılığıyla kendi kendisine ağır eleştiri okları yöneltiyor. Belki de "Sanatçı sonuç olarak bencil olan, bencil olması gereken biridir" diyor bize...Yoksa eserine nasıl yoğunlaşabilir ki? Bir film çekememe öyküsü olan "Bekleme Odası", her şeye karşın iyimser biçimde bitiyor. Yepyeni bir genç kadın ve belki de "Suç ve Ceza" yı çekme umudu... Niye olmasın? Hayat, küçük şeylerin ötesinde her gün yeni baştan çıkılan bir büyük yolculuk değil mi? Film, yalnızca yönetmenin kişiliği üzerine değil, bu büyük yolculuk üzerine de hatırı sayılır ipuçları veriyor bize...

BEKLEME ODASI
***

Yönetim, senaryo, görüntü ve kurgu: Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Zeki Demirkubuz, Nurhayat Kıvrak, Nilüfer Açıkalın, Serdar Orçin, Ufuk Bayraktar, Eda Teksöz
Mavi Filmcilik yapımı.


27 Şubat 2004 Cuma

Demirkubuz içine dönüyor

Şenay Aydemir
Zeki Demirkubuz, Türkiye’nin ‘nevi şahsına münhasır’ ender yönetmenlerinden birisi. ‘Bağımsız!’ Türk sinema tarihinin son on yılına damgasını vuran, özellikle yazdığı senaryolarla beğeni toplayan Demirkubuz’un, dikkat çekici özelliklerinden birisi de filmlerinin seyirciyle arasının olmaması. Ki o filmler, Türkiye’nin hemen bütün festivallerinde ‘en büyük’ ödülerine layık görülmüş yapımlar olur her zaman. İlk filmi C Blok; ardından büyük övgüler aldığı Masumiyet; yine ödüllere boğulan 3. Safya ve son olarak 2001’de Altın Portakal’ın en çok konuşulan yönetmeni olmasını sağlayan Yazgı ve İtiraf, Türk sinema tarihinin kilometre taşları sayılacak yapımlar.
Ancak bu yapımların, hem medyada, hem de sinema seyircisinin tercihlerinde yeterince önemli yer katetmemesi Demirkubuz’un ‘bünyesel’ bir özelliği olan Nihilizm ve voroluşçu yanlarını daha da pekiştiriyor belli ki. İlk kez Antalya’da sinemaseverlerin karşısına çıkan ve yine Demirkubuz’un kendisine has senaryo dili ile -özellikle Serdar Orçin’le olan uzun diyalogları- dikkat çeken ‘Bekleme Odası’ ‘sınırlı sayıda’ salonda gösterimde.
Yılbaşından sonra vizyona giren yerli filmlerin onlarca salonda seyircisini beklediği gözönüne alınırsa dağtımcısının Demirkubuz’a oldukça ketum davrandığı söylenebilir. Zira yönetmenin daha önceki filmleri sinemaseverlerde beklenti yaratacak kadar gündem olmasına rağmen, Ankara il sınırını öteye geçememişti.
“Bekleme Odası”, sıradan insanın entrikalar ve insanlık halleriyle örülü hikâyelerini anlatan Demirkubuz’un biraz içe dönüşü. Kendini anlatması.
Başkalarına göre idealist ve ilkeleri için yaşayan ama kendisine göre inançsız ve kibirli bir insan olan yönetmen Ahmet, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanını filme çekmek istemektedir. Ancak hem çekeceği filme, hem sevgilisi Serap ve yaşadığı hayata karşı nedensiz bir kayıtsızlık içindedir. Serap sonunda Ahmet’in bu yıkıcı ruh halini, hayatında başka bir kadın olduğuna yorar. Uzun ve sancılı bir sorgu gecesinden sonra Ahmet sıkılıp, hayatında biri olduğu yalanını söyleyince Serap evi terkeder. Bütün bunlar olurken asistanı Elif bir taraftan filmin hazırlık çalışmalarını sürdürmekte ve romanın kahramanı Roskolnikof’u oynayacak kişiyi aramaktadır. Fakat Ahmet, Elif’in deneme çekimlerine katılanların hiçbirini beğenmez. Sonunda bir süre önce evine hırsızlık amacıyla girerken yakaladığı ancak polise teslim etmeden bıraktığı genç hırsızı oynatmaya karar verir.