Şenay Aydemir
Zeki Demirkubuz, Türkiye’nin ‘nevi şahsına münhasır’ ender yönetmenlerinden birisi. ‘Bağımsız!’ Türk sinema tarihinin son on yılına damgasını vuran, özellikle yazdığı senaryolarla beğeni toplayan Demirkubuz’un, dikkat çekici özelliklerinden birisi de filmlerinin seyirciyle arasının olmaması. Ki o filmler, Türkiye’nin hemen bütün festivallerinde ‘en büyük’ ödülerine layık görülmüş yapımlar olur her zaman. İlk filmi C Blok; ardından büyük övgüler aldığı Masumiyet; yine ödüllere boğulan 3. Safya ve son olarak 2001’de Altın Portakal’ın en çok konuşulan yönetmeni olmasını sağlayan Yazgı ve İtiraf, Türk sinema tarihinin kilometre taşları sayılacak yapımlar.
Ancak bu yapımların, hem medyada, hem de sinema seyircisinin tercihlerinde yeterince önemli yer katetmemesi Demirkubuz’un ‘bünyesel’ bir özelliği olan Nihilizm ve voroluşçu yanlarını daha da pekiştiriyor belli ki. İlk kez Antalya’da sinemaseverlerin karşısına çıkan ve yine Demirkubuz’un kendisine has senaryo dili ile -özellikle Serdar Orçin’le olan uzun diyalogları- dikkat çeken ‘Bekleme Odası’ ‘sınırlı sayıda’ salonda gösterimde.
Yılbaşından sonra vizyona giren yerli filmlerin onlarca salonda seyircisini beklediği gözönüne alınırsa dağtımcısının Demirkubuz’a oldukça ketum davrandığı söylenebilir. Zira yönetmenin daha önceki filmleri sinemaseverlerde beklenti yaratacak kadar gündem olmasına rağmen, Ankara il sınırını öteye geçememişti.
“Bekleme Odası”, sıradan insanın entrikalar ve insanlık halleriyle örülü hikâyelerini anlatan Demirkubuz’un biraz içe dönüşü. Kendini anlatması.
Başkalarına göre idealist ve ilkeleri için yaşayan ama kendisine göre inançsız ve kibirli bir insan olan yönetmen Ahmet, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanını filme çekmek istemektedir. Ancak hem çekeceği filme, hem sevgilisi Serap ve yaşadığı hayata karşı nedensiz bir kayıtsızlık içindedir. Serap sonunda Ahmet’in bu yıkıcı ruh halini, hayatında başka bir kadın olduğuna yorar. Uzun ve sancılı bir sorgu gecesinden sonra Ahmet sıkılıp, hayatında biri olduğu yalanını söyleyince Serap evi terkeder. Bütün bunlar olurken asistanı Elif bir taraftan filmin hazırlık çalışmalarını sürdürmekte ve romanın kahramanı Roskolnikof’u oynayacak kişiyi aramaktadır. Fakat Ahmet, Elif’in deneme çekimlerine katılanların hiçbirini beğenmez. Sonunda bir süre önce evine hırsızlık amacıyla girerken yakaladığı ancak polise teslim etmeden bıraktığı genç hırsızı oynatmaya karar verir.
Kuşkusuz filmin en dikkat çekici yanı başrole yönetmenin kendisini soyunması ve Ahmet rolünü canlandırması. Eşine de asistan Elif rolünü veren Demirkubuz; Nilüfer Açıkalın ve Serdar Orçin dışında profesyonel oyuncu ile çalışmıyor. Genç oyuncu Ufuk Bayraktar’ı ise bir kahvede keşfedip filimde oynatıyor.
Demirkubuz, bugüne kadar yaptığı filimlerde insan doğasının izlerini sürüyordu. Ancak daha çok bir senarist olarak başkalarının hayatlarını anlatmayı seçen Demirkubuz bu kez iddialı bir filmin hazırlıkları içindeki yönetmenin ‘insani halleri’ni anlatıyor. Hezeyanları, bunalımları, ‘varoluşsal’ sorunlarıyla birlikte ‘yaratım süreci’nin kasvetli havası anlatılan. Bu bakımdan ortada “3. Sayfa” ya da “İtiraf” gibi herkesin ortaklaşabileceği bir hikâye yok.