![]() |
|
23/03/2007 Meselesi olan filmlerde artış var Zeynel Kameroğlu “Kader” ile Nürnberg Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü alan Zeki Demirkubuz “Türk sinemasında başka türlü bakmaya çalışan yönetmenlerden ciddi filmler çıkmaya başladı” diyor Son yıllarda başarılarıyla kendinden bahsettiren yönetmenlerden Zeki Demirkubuz, katıldığı Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali’nden de zaferle dönüyor. Kader adlı filmiyle festivalin En İyi Film kategorisindeki ödülünü alan Demirkubuz’a Türk sineması ve Almanya’nın “üçüncü kuşak” Türk yönetmenleri hakkında görüşlerini sorduk. Türk sinemasının son dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk sineması son birkaç yıldır değişik bir dönem yaşıyor. Bu sorunun cevabını endüstri olarak yani bilet sayısı olarak verirsek iyi durumda. Bir yükseliş var. Ulusal sinema kriterleri açısından şu anda dünyadaki ülkelerin içerisinde belki Amerikan sinemasına karşı üstünlük sağlaması itibariyle en güçlü sinema haline geldi diyebiliriz. Nicelik niteliğe ne kadar yansıyor? Kalite olarak benim fikrimi sorarsanız; iyi yönetmenlerin iyi bazı çalışmalarını bir kenara koyarsanız, şu an genel olarak bana Hollywood sinemasını aratıyor. Hollywood sinemasında yine bir beceri görürüz, hikaye anlatma olsun, oyunculuk olsun, teknik gibi birçok açıdan olsun kendine göre son derece tutarlı bir sinemadır. Ama bu gidişat içerisinde kalite olarak, içerik olarak Amerikan sinemasını taklit eden yerli birçok sinema yapıtı inanılmaz prim ve iş yapıyor. Şu anda durum böyle gözüküyor. Ama buna rağmen birçok iyi filmin de yapıldığı bir dönem, daha arayışı olan, daha meselesi olan, sinemaya başka türlü bakmaya çalışan yönetmenlerden de ciddi filmler çıkmaya başladı. Türkiye’de son yıllarda ilk filmlerini çeken birçok genç yönetmen olduğunu söyleyebiliriz. Bu gelişme Türk sinemasını nasıl etkiliyor? Bir defa bu genç kuşak diye adlandırılan yönetmenlerin filmlerinin sayesinde özellikle Türk sineması yurtdışında, dünyada saygı görmeye başladı. Eskiden bazı festivallere katılarak bazı ödüller almak bayağı olay sayılıyordu ama bugün bu giderek normal sayılmaya başlandı. Bunu önemsemek lazım. Geçmiş yıllarda 20-30 film çekilirdi bunlardan bir iki tanesi saygıdeğer olurdu. Son yıllarda en az 5 film bazen 8-10 film dünya sinemasıyla rekabet edecek düzeyde olabiliyor. Ama burada şunu unutmamak lazım, ticari sinemada da iyi örnekler çıktığını söyleyebilirim. Almanya’daki üçüncü kuşak yönetmenlerle ilgili neler söylemek istersiniz? Benim ilgimi çekiyor. Bir bütün olarak baktığımız zaman, bu kuşak yönetmenlerin daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kuşak yönetmenlerden sinemayı ticari olarak görenine ya da piyasa yapmaya çalışanına pek rastlamadım. Başta Fatih Akın olmak üzere Ayşe Polat ve şu anda adını hatırlayamadığım yönetmen arkadaşların filmleri de son derece önemli. Bunların bir kısmını Türkiye sinemasından daha güçlü buluyorum. Filmlerinizde “sıradan” insanları konu ediniyorsunuz. Bu tercihinizin nedenlerini paylaşır mısınız? Genel olarak sıradan insanları çekmek gibi bir duruşum yok. Ama o insanların yaşadığı trajedileri ve özlemlerini daha iyi bilmem belki film temalarımı oluşturabilmek için ya da insanlık hakkında anlatmak istediğim meseleleri bu insanlar aracılığıyla daha iyi anlatabildiğim için dediğiniz gibi genel olarak ortaya böyle bir tablo çıkıyor. Ama bu çok da özellikle yaptığım bir şey değil. Sıradan oyuncular oynatmak gayretim de tabii ki, sinema klişelerine teslim olmadan, bir gerçeklikle anlatma çabasını taşıyan bir insan olduğum için, bu filmlerin inandırıcı ve hayat duygusu taşıması için ne biliyorsam, neye gücüm yetiyorsa onları yapmaya çalışıyorum. Dolayısıyla da bir filmde bir oyuncu oynayabilir, başka bir filmde Kader filminde olduğu gibi garson çocuk başrol oynayabilir. Ama bu bir yaklaşımdır. Ünlü bir oyuncu da oynasa çok bir şey fark etmez, çünkü o gerçeklik çabası, o gerçeklik arayışı, o doğal hayat duygusunu oluşturma çabası içinde onlar da o şekilde yer alacak. Yılmaz Güney sinemasının hem sizin sinemanız hem de Türk sineması üzerinde etkisi var mı? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben bunu az önce bahsettiğim gibi bir film ile bir hayat duygusu yaratma gibi sinemayı bugünkü sinemanın klişelerinden arındırarak yapabilmek çabası olarak görüyorum. Tabii bunu durup dururken öğrenmedim. İzlediğim filmler üzerine düşünerek kendime göre bir yol seçmeye, bir kriter oluşturmaya çalıştım. Ömer Lütfü Akat gibi çok önemsediğim yönetmenler olmasına karşın, Yılmaz Güney’in hem kendi dönemi içerisinde olsun hem oyunculuğunda hem yönetmen olarak hayata bakış açısı, herkesin gördüğünü başka bir biçimde görerek birçok sinema klişesini daha 60’larda yıkmaya başlamış olması elbette ki sonradan gelenlere çok büyük katkı sundu. Ama kişisel olarak Yılmaz Güney’in benim için önemi: Ben ondaki ateşi, ondaki hayat ateşini sadece Türkiye’de değil belki dünyada pek yönetmende görmüşümdür. En kötü filmlerinde en ticari sıradan yapılmış filmlerinde bile gerçekten o hayat duygusunu en derinden hisseden oyunculuğu ve sanatı onun yapıtlarında görmüşümdür. Bu açıdan tabii ki Yılmaz Güney birçok insan gibi benim için de özel bir yerde duruyor. (Nürnberg/EVRENSEL) Hayat TV’yi destekliyorum Hayat TV ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Hayat Televizyonu’nun kurulması tek sesliliğe karşı, bugüne kadar hayat içerisindeki güzelliklere objektif bakan bir gerçekçilik anlayışıyla sanata, bilime ve insan doğasına uygun bir yayıncılıkla bugün çağrısındaki mevcut platform yaşam bulursa destekleyeceğimiz, yanında olacağımız ve katkı sunacağımız bir kanal olacaktır. Başarı dileklerimle yanında olduğumu, destekleyeceğimi, katkı sunacağımı belirtmek istiyorum. |
23 Mart 2007 Cuma
Meselesi olan filmlerde artış var
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)